Türk-Amerikan İşadamları Derneği’nin Türkiye’deki diğer Yabancı Ticaret Odalarıyla birlikte düzenlediği "Türkiye-AB İlişkileri" konulu Seminer

25 Şubat 2004 / İstanbul

 

Türk - Amerikan İşadamları Derneği, Belçika, Fransız, İngiliz, İsviçre, İtalyan Ticaret Odaları  işbirliği ile 25 Şubat 2004 Çarşamba günü, Avrupa Birliği Büyükelçisi Sn. H.J. Kretschmer'in konuşmacı olarak katıldıkları "Türkiye - AB İlişkileri" konulu bir toplantı ve akşam yemeği düzenlemiştir. Toplantıda yaklaşık 150 katılımcı hazır bulunmuştur.

 

AB Büyükelçisi Hans Jörg Kretschmer’in Toplantıda yapmış olduğu konuşmanın tam metnini aşağıda bulabilirsiniz.

 

 

BÜYÜKELÇİ HANS JÖRG KRETSCHMER:

 

İyi akşamlar hanımefendiler, beyefendiler,

 

Gerçekten de bu geniş katılım beni çok etkiledi ve Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkilerine gösterdiğiniz bu ilgi gerçekten beni çok memnun etti. Otele girdiğimde acaba bu yemeğin olduğu yeri nasıl bulacağım diye düşündüm ama levhayı hemen gördüm. Dr. Kretschmer’in konferansı 14. kat diyordu, bu işaretin üzerinde. Bu da bana 20 yıl öncesini hatırlattı. Avrupa Birliği Komisyonu’nda, Brüksel’de ticaret politikaları konusunda çalışmalar yapıyordum ve dünyada çok farklı şirketlerde ve Japonya’da da ticaret politikası üzerinde incelemeler yürütüyordum. Japonya’da genellikle bize hoşgeldin diye böyle ilanlar asılırdı. Benim ve asistanımın ismi yazılı olurdu bu ilanlarda; bunu hatırlattı bana. Çok teşekkür ederim beni buraya davet ettiğiniz için. Tabii ki, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri ile ilgili olarak neler biliyorsunuz tam olarak bilmiyorum o yüzden de bazı şeyleri tekrar edebilirim, bu nedenle şimdiden bunun için özür diliyorum. Ama bunları aranızda bilmeyenler de olabilir. Daha sonra da soru ve cevap kısmına  geçeceğiz.

 

Tarih konusuna fazla girmek istemiyorum, biliyorsunuz 1963 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında ortaklık anlaşması imzalandı ve o dönemde bir perspektif oluşturulmuştu. Türkiye birgün Avrupa Birliği üyesi olacaktı. 1987 yılında Türkiye üyelik başvurusunda bulundu, 1996 yılında hepinizin çok iyi bildiği Gümrük Birliği Anlaşması yürürlüğe girdi. Bunun faydalarını ve sorunlarını çok iyi biliyorsunuz. 1999 yılında Avrupa Bakanlar Konseyi Türkiye’nin ehil bir aday olduğunu ve diğer adaylarla aynı kriterlere göre değerlendirileceğini ilan etti. Ekim’de Türkiye’nin şu anda tam ortasında olduğu önemli reform süreci başlatıldı.

 

Avrupa Birliği’ne üye olmak Türkiye için gerçekten çok büyük bir proje. Türkiye’nin çok köklü reformlar gerçekleştirmesi gerekiyor ve büyük bir ihtimalle Cumhuriyetin ilanından bu yana en kapsamlı reformlar gerçekleştirilecek. Hem siyasi, hem ekonomik alanda, hem de teknik alanda bizim Avrupa Birliği müktesebatı (acquis communautaire) dediğimiz alanda da değişiklikler gerçekleştirilecek. Avrupa Birliği bütün aday ülkelere Kopenag Kriterlerini uygular. Bunlar bütün aday ülkelerin üye olabilmek için yerine getirmeleri gereken koşullardır. Sözkonusu koşullar siyasi, siyasi olmayan ve ekonomik kriterleri kapsar. Bir de müktesebat kriteri vardır. Şu anda siyasi Kopenag Kriteri gerçekten çok önemli, çünkü Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerini başlatabilmek için bu koşulun yerine getirilmesi gerekiyor. Bu siyasi kriter çok basit bir şekilde formüle edilmiştir. Der ki, bir aday ülke Avrupa Birliği’ne üye olmadan önce garantiyi güvence altına alan hukukun üstünlüğünü, insan haklarını garanti altına alan ve azınlıklara saygıyı güvence altına alan kurumları oluşturmuş olmalı. Şu anda, Türkiye reformların bu süreci üzerinde durmakta, çünkü Aralık’de Avrupa Birliği Konseyi eğer Türkiye bu yıl sonunda, yani 2004 yılı sonunda siyasi kriterleri yerine getirirse o zaman üyelik müzakereleri gecikme olmadan başlatılabilir kararını vermişti. Bu da 2005’in başı anlamına geliyor.

 

Peki ne görüyoruz şu anda? Kasım genel seçimlerinden sonra da yeni bir hükümet geldi ve burada çok ciddi bir azim ve kararlılık gösterildi ki kimse gerçekten bunu beklemiyordu. Hükümetler siyasi kriterleri yerine getirmek için çok ciddi çabalar gösterdiler ve yedi adet reform paketinde Türkiye’de gerçekten de çok hassas olan konulara değinmekten de çekinmediler. Örneğin, Milli Güvenlik Konseyi’nde reform gerçekleştirildi.  Mesela, azınlıklara yayın ve anadilde eğitim, Türkçe dışı eğitim gibi bazı kültürel haklar kapsayan reformlar yaptılar. İşkenceye karşı tolerans göstermeyen bir politika kabul ettiler ve Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Avrupa İnsan Hakları şartını ihlal etmek konusunda hüküm giydikten sonra da gerekli tedbirleri almaktan çekinmedi.  Çok farklı aşamalardan geçildi.

 

Bildiğiniz gibi Avrupa Komisyonu her yıl bizim düzenli rapor dediğimiz bir ilerleme raporu hazırlar.  Her aday ülkenin üyelik kriterlerini yerine getirme açısından ilerlemesi bu raporlarda ele alınır ve biz bunu Kasım 2003’de de gerçekleştirdik. Türkiye ile ilgili olarak bu raporu hazırladık. Burada bizim ulaştığımız sonuç şu oldu, gerçekten de Türkiye çok ciddi bir ilerleme kaydetmiştir. Fakat daha fazla çabaya da ihtiyaç vardır. Çünkü hem mevzuat tarafından, hem de bu reformların icraatı açısından birçok şeyin yapılması gerekir ve bu reformlar henüz Türkiye’de birçok açıdan günlük hayata nüfuz etmiş değildir. Bir reform ancak ve ancak insanların günlük hayatında etkisini gösterirse bir reformdur. Eğer sadece yasalarda, kanunlarda yazılı kalırsa bu reform yeterli olmaz.

 

Peki daha fazla reformun yapılması gereken alanlar nelerdir? Mesela yargının etkinliği ve bağımsızlığı konusu, özellikle sivil ve askerler arasındaki ilişkiler, ifade özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü, din özgürlüğü gibi özgürlükler. Uygulamada temel özgürlükler alanında, işkence, kültürel haklar gibi çok ciddi eksiklikler hala var. Yani bu açıdan mevzuat konusunda ve uygulama konusunda daha fazla çabaya ihtiyaç gösteriliyor.

 

Belki de burada siyasi kriterlerin üyelik müzakereleri başlamadan yerine getirilmesinin nedeninin ne olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Neden müzakereler başladıktan sonra bu kriterler yerine getirilmesin? Türkiye müzakerelerin başlamasını istiyor, çünkü bu müzakere sürecinin geriye dönüşü olmadığını düşünüyor. Bu siyasi kriterleri müzakereler başlamadan yerine getirilmesini istememizin sebebi aslında çok basit. Yani ekonomik müktesebatla ilgili tam olarak işler vaziyette bir piyasa ekonomisinin oluşturulabilmesi için gerekli müktesebat çok uzun, zor, son derece karmaşık reformlar içerir ve bir ülkenin Avrupa Birliği’ne siyasi açıdan uyup uymadığını anlamadan bu sürece başlamak mantıklı olmaz. Çünkü, bir ülkenin Avrupa Birliği’ne üye olması siyasi bir karardır. Çünkü, bir ülke Avrupa Birliği’nin ana fikirleri, ana temelleri ve değerlerini kabul ediyorsa ve eğer buna uyum sağlayabiliyorsa ana sürecin başlaması söz konusu olacaktır ki bu süreç gerçekten çok uzun sürer.  Avrupa Birliği müktesebatında yaklaşık yüz bin sayfa mevzuat vardır ve bunu Türk yasalarına uyumlaştırmak ve bu müktesebatı uygulayacak kurumların oluşturulması son derece karmaşık ve yüksek maliyetli bir süreçtir. Bir ülke siyasi açıdan güvenilir olduğunu ve Avrupa Birliği ilkelerine uyum sağladığını kanıtladıktan sonra bu sürece geçebilir.

 

Bugün Türkiye’nin durumu nedir? Daha önce de söylediğim gibi bu karar Aralık 2004’te, Avrupa Birliği Konseyi tarafından alınacaktır. Ancak Türkiye’nin adaylığı ile ilgili çok ciddi bir atmosfer değişikliği yaşanıyor. yazından önce, ben Türkiye’ye gelmeden önce, Avrupa Birliği başkentlerinde ve özellikle Brüksel’de Türkiye’ye karşı Türkiye’nin adaylığı ile ilgili olan atmosfer son derece şüpheci, kuşku dolu bir atmosferdi. Türkiye’nin siyasi kriterleri yerine getirebilmesi ile ilgili bir çok şüphe vardı. Fakat bu çok ciddi bir şekilde değişti ve bu Ağustos’de gerçekleştirilen üçüncü büyük reform paketi sayesinde oldu. O dönemde Ecevit’in Başbakanlığı sırasında idam cezası kaldırıldı ve kültürel haklar, Türkçe dışındaki dillerde eğitim ve yayın konusunda çok ciddi bir gelişme kaydedildi. Bunlar da çok kapsamlı reformların başlangıcı oldu. Bu reformlar da AKP döneminde devam etti.

 

Şimdi çok pozitif bir ortam yaşıyoruz ve bu atmosfer, bu içinde bulunduğumuz ortam Kıbrıs konusuna bir çözüm getirileceği olasılığıyla daha da pozitif bir hale geliyor. Kıbrıs siyasi bir kriter ya da Kopenag kriterlerinin bir parçası değil. Fakat Kıbrıs bir gerçek ve bir aday ülke Avrupa Birliği’nin üyesi olacaksa Türkiye gibi Kıbrıs’da sorun yaşayan bir ülke olmamalı. Eğer Kıbrıs konusu çözülürse ayrıca büyük bir olasılıkla bu sorun çözülecek, o zaman ben şahsen Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlama konusunda bu yıl Aralık’da çok pozitif bir kararla karşılaşacağını düşünüyorum.  Bu tabii ki siyasi bir karardır, matematiksel bir karar değildir. Kıbrıs’ı bir kenara bıraksak bile bu kriterlerin hiç bir zaman % 100 yerine getirilmeyeceğini anlamamız gerekiyor. % 100 diye bir şey yoktur, hiç bir zaman Avrupa Birliği üyesi devletlerde de % 100 yerine getirilmiyor bu kriterler belki de. Türkiye’nin bu koşulları yerine getirmesi konusundaki performansı sıfırdan yüzde yüze kadar olan bir cetvelde değerlendirilir ve Türkiye % 55’ini ya da % 65’ini yerine getiriyorsa, bu konuda bir değerlendirme yapılması gerekir. Durumun siyasi bir şekilde değerlendirilmesi gerekir ve alınacak bu siyasi karar da Türkiye’nin müzakerelere başlayıp başlamayacağını belirlemekte yeterli olacaktır.  Bence eğer Kıbrıs sorunu çözülürse Türkiye’nin müzakerelere başlayabilmesi için çok yüksek bir şans var demektir.

 

Ancak bu bağlamda şunu da belirtmek gerekir, Avrupa Birliği’nin perspektifi Türkiye’de bugün kaydedilmekte olan gelişmelere ilişkin bir perspektif. Kıbrıs sorunu ile ilgili bugün kaydedilen gelişmeler şimdi Kasım 2003’de Komisyon’un bu konuda hazırladığı bir pozisyon belgesinde Kıbrıs sorunu eğer çözülmezse, bu Türkiye’nin üyeliği için önemli bir sorun olacaktır demişti ve tabii ki bu çok aşikar bir şey, bilinen bir şey.  Bu yüzden Türk Hükümeti de bu aşamaya kadar bu potansiyel engeli ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yaptı ve burada Türk Hükümeti son derece zeki bir şekilde davrandı. Kıbrıs Rum Kesimi ile karşılaştırıldığında Başbakan Erdoğan’ın bir adım önde olduğunu söyleyebiliriz.

 

İkinci konu da siyasi reformlar.  Daha önce de söylediğim gibi siyasi reformlar son derece hassas bir konu teşkil ediyor. Türk geleneklerini, Kemalist gelenekleri düşünecek olursak, ülkenin çok temelde bir liberalizasyonu gerekiyor ve hükümet Parlementoda çok büyük bir çoğunluğa sahip. Ancak Avrupa Birliği perspektifi olmasaydı burada hükümet bu reformları geçirmekte zorlanabilirdi ve Avrupa Birliği perspektifi de Türk halkının çoğunluğu tarafından paylaşılan ve Türk kurumlarının önemli bir bölümü tarafından benimsenen bir perspektif.

 

Bir de ekonomik reformlar var. IMF stand-by programı devam etmekte ve Türkiye’nin ekonomik durumu hala çok hassas ve kırılgan olarak tanımlanıyor. Peki o zaman burada tutarlı bir reform nasıl oluşturulabilir?  IMF programı sona erdikten sonra bu reform nasıl devam ettirilecek. Buna cevap Avrupa Birliği’nde yatıyor aslında. Türkiye’nin adaylığı Türkiye’yi bu açıdan reformlara devam ettirebilecek ve doğru yolda tutabilecek bir konu.

 

Bu yüzden Avrupa Birliği perspektifi hayati önem taşıyor. Türkiye’nin reform yolunda ilerlemesi açısından bu çok önemli ve devlet ve hükümet başkanları da müzakerelerin başlaması ile ilgili Aralık ayında alacakları kararlarda bu konuyu göz önünde bulunduracaklar. Tabii ki siyasi kriterlerin yüzde yüz yerine getirilmesi hatta yüzde yüze yakın yerine getirilmesi de düşünülemez. Elbette Avrupa Birliği içinde de biraz şüpheci sesler var. Bir tarafta kamuoyu var ve Avrupa Birliği halkının çoğunluğu bu konuda oldukça şüpheci ve hatta olumsuz, negatif davranıyor. Siyasi yelpazede de yine Türkiye’nin adaylığına şüphe ile bakan kesimler var. Türkiye’nin Avrupa Birliğine adaylığı ile ilgili mesela iki hafta önce Alman Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı Angela Merkel Türkiye’ye gelmişti ve partisinin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını değil, öncelikli bir ortak olmasını istediklerini söylemişti. Ancak daha önce, 1997 yılında Hıristiyan Partiler Konferansı’nda Türkiye’nin bir Müslüman ülke olduğu için Hıristiyan Avrupa Birliği’nin bir üyesi olamayacağı söylenmişti. Ama artık bu argümanlar ortadan kalktı ve Angela Merkel’in ziyareti aslında çok pozitif bir ziyaretti ve hem Başbakan hem de diğerleri ile yaptığı görüşmeler son derece olumlu bir havada geçmişti.  Kendisi Ankara’da çok güzel bir de konuşma yaptı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilgili bazı sorunlar olduğunu söyledi. Ama bunlar Türkiye’nin Kopenag kriterlerine uyup uymaması ile ilgili olmayan konulardı. Avrupa Birliği’nin kendi içindeki durumundan bahsetti. Tabii ki Avrupa Birliğinin kendi içindeki durum bir belirsizlik durumu diyebiliriz.  Daha önce Avrupa Birliği’nin hiç yaşamadığı bir genişleme dalgasının başındayız. 10 yeni aday var karşımızda. 10 yeni üye çıkacak karşımıza ve burada 25 üyeli Avrupa Birliği nasıl işleyecek tam olarak bunu bilemiyoruz henüz. Çok farklı görüşler, pozisyonlar olduğunu gördük. Eski Avrupa ve yeni Avrupa burada Irak krizi açısından bazı farklılıklar arzetti. Hükümetlerarası konferansta öncelikle Avrupa Anayasası ile ilgili bazı görüş farklılıkları ortaya çıktı. Ayrıca Avrupa Birliği’nin 2007 ile 2013 yılları arasındaki mali pozisyonu ile ilgili ciddi görüş farklılıkları da var. Mevcut üye ülkelerden altısı Avrupa bütçesi için mali tavanın yükseltilmemesi gerektiğini söylediler. Bu da bir çok zorluk ve sorun yarattı. Çünkü 10 yeni üye ülkeyi desteklemek durumundayız. Bu ülkelerde kişi başına düşen GSYİH Avrupa Birliğinin ortalamasının % 40 altında. Aynı açıdan Türkiye bu 10 ülkenin toplamı kadar bir nüfusa sahip ve GSYİH Türkiye’de bu ülkelerin ortalamasının yaklaşık kadar. Türkiye’de Avrupa Birliği’ndeki kişi başına düşen GSYİH’nın % 20 - % 30’u var. Bu yüzden Avrupa Birliği de kendi içinde kendi ödevlerini yapmak zorunda öncelikle. Bunların ne zaman tamamlanabileceğini ve Türkiye gibi büyük bir ülkeyi entegre etmeye Avrupa Birliği’nin ne zaman hazır olacağını söylemek çok zor.

 

Bir de siyasi birlik konusu var. Siyasi birlik Irak savaşında da görüldüğü gibi henüz ortada yok.  Türkiye siyasi açıdan çok güçlü bir ülke. Avrupa Birliği üyesi olması da Avrupa Birliği için gerçekten çok faydalı olacaktır. Ancak bu Avrupa Birliği içindeki yapılar ortak bir dış ve savunma politikası bazında güçlendirildikten ve gerçek bir siyasi birlik kurulduktan sonra ortaya çıkabilir. Angela Merkel’in delegasyonunda bulunan bir kişinin söylediği bir diğer konu da vardı. Evet, Türkiye’nin müzakerelere başlaması söz konusu olabilir ve Türkiye’de reform süreci başlatılabilir, fakat müzakerelerin sonucunda otomatik olarak üyelik gelmemeli.  Yani müzakereler başlar, ondan sonra Türkiye bu kriterleri yerine getirirse otomatik olarak Avrupa Birliği üyesi olur.

 

Bunlar tabii hep düşünülmesi gereken konular.  Devlet Başkanları ve hükümet Başkanları da Avrupa Birliği içinde bütün bunları düşünmek zorundalar. Belki bundan 8 -10 yıl sonra Avrupa Birliği’nin bu yıl yaşayacağı genişlemenin ve mali sorunların yangını sönmüş olacak ve Avrupa Birliği anayasası kabul edilmiş olacak. 25 ülke bunun içinde etkin bir şekilde işler hale gelecek ve ancak ondan sonra Avrupa Birliği, Türkiye gibi bir ülkeyi entegre edebilecek duruma gelecek ve buna gönüllü olacak.

 

Burada çok sık olarak sorulan bir soru, Türkiye’nin üyeliğinin her iki tarafa da ne sağlayacağı.  Bence öncelikle Avrupa Birliği’ne Türkiye üyeliğinin ciddi bir yararı şu olacaktır: Türkiye, istikrarlı siyasi bir demokrasiye, istikrarlı bir piyasa ekonomisine ve hukukun üstünlüğüne göre işleyen bağımsız bir yargıya sahip bir ülke olacaktır.  Eğer Avrupa Birliği içinde biz siyasi birlik yolunda daha fazla yol katedersek o zaman Türkiye buna çok önemli stratejik bir katkı sağlayacaktır ve Avrupa Birliği’nin özellikle bu bölgedeki siyasi rolünü güçlendirecektir.  Aynı zamanda Türkiye farklı kültürler arasında da bir köprü olacaktır ve Batıya özgü demokratik değerlerin Müslüman geleneklerle uyum sağladığını ve Müslüman uygarlığıyla uyum sağlayabildiğini gösterecektir. Bu da Ortadoğu ülkelerindeki gelişmeler açısından önemlidir.  Birçok Ortadoğu ülkesi Türkiye’deki reformları büyük bir ilgi ile takip ediyor ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye nasıl davrandığı konusunu da ilgi ile takip ediyor.

 

Bir de tabii demografik argümanlar var. 15 üyeli Avrupa Birliği, bir de 25 üyeli Avrupa Birliği yaşlanmakta olan bir ülkeler grubu ve nüfus sayısı azalan bir ülkeler grubu Avrupa Birliği.  Türkiye ise bunun tam tersi genç bir ülke.  Nüfusu artıyor.  Ancak şunu da söylemekte fayda var; Türkiye’de nüfus artışı aşağı yukarı azalıyor, yani sıfır noktasına geliniyor. Yani bu tam ne deniyor bilemiyorum, üreme oranı şu anda 1.6, bunun da 1.4 olan eşitlik noktasına çok yakın olduğunu görebiliriz ve önümüzdeki 10, 20 hatta 30 yıl içinde belki de Türkiye’de de nüfus artışı artık durmuş olacak.

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği ile ilgili tabii ki çok farklı koşullar var. Türkiye bu koşulların çoğunu yerine getiriyor. Avrupa Birliği, OECD ya da Birleşmiş Milletler ya da Avrupa Konseyi gibi bir kuruluş değil. Uluslar üzeri bir kuruluş, bu yüzden üyelerinin çok disiplinli olmaları ve yükümlülüklerine saygı göstermeleri gerekiyor. Eğer Türkiye bunu yapabilecek durumdaysa yani Avrupa standartlarını ve müktesebatını benimseyebilecek durumdaysa, bunu yapmak istiyorsa ve kurallara göre davranmak istiyorsa Türkiye’nin üye olmaması için hiç bir sebep yok. Ancak tabii ki bütün bu konular ele alınacaktır ve bunun mümkün olup olmadığı bu müzakereler sırasında ortaya çıkacaktır.

 

Bir de müzakereler ile ilgili bir şey söyleyeyim, bu terim kullanılıyor ama yanlış bir isim aslında bu.  Müzakere denilen şey müzakere değildir. Avrupa Birliği müktesebatı, standartları, değerleri ve ilkeleri müzakereye tabi değildir. Aday ülkelerin bu müktesebata, bu ilkelere mevcut halleri ile uyum sağlamaları gerekir. Yani müzakere denilen şey aslında sürekli olarak ülkelerin kaydettiği gelişmeyi takip etme sürecidir ve ülkelerin Avrupa Birliği müktesebatına her alanda uyum sağlama süreçleri bu müzakereler sırasında takip edilir.

 

Tabi ki hepiniz özellikle ekonomi alanıyla ilgilisiniz. Geçen gün Sayın Bakan Babacan’ın Avrupa Birliği misyon başkanlarıyla yediği yemekte söylediği şey benim çok ilgimi çekti. Çünkü kendisi, yargı reformunun ve hukukun üstünlüğünün sağlanması en önemli projedir dedi. Bu da ilginç bir ifadeydi. Biz Türkiye ile bu konuda çok ciddi olarak çalışıyoruz. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığının sağlanması tabii ki hepinize çok ciddi faydalar sağlayacaktır. Buradaki yabancı yatırımcılara, Türkiye’nin iş ortamına ve tabii ki Türk yatırımcılarına ve Türk işadamlarına çok fayda sağlayacak olan bir reformdur bu. Sayın Babacan’ın yaptığı bu açıklama bütün geçiş ülkelerinde, ki Türkiye de aslında bir geçiş ülkesi diyebiliriz, en önemli olan şey hukukun üstünlüğüdür. Ben buraya gelmeden önce 4 yıl kadar Bosna-Hersek’de hizmet verdim. Oradaki durumu hepiniz biliyorsunuz.  Oldukça kaotik bir durum yaşandı ve siyasi olarak hala çok zor bir dönem yaşanıyor. Ancak burada gerçekten de hukukun üstünlüğünün oluşturulması ve yolsuzluğun durdurulmasına öncelik verildi.  Bunlar gerçekten önemli konular.

 

Bir çok açıdan Türkiye bazı uluslararası yükümlülüklere sahip. Biraz önce bundan, bahsediyorduk bir tanesi sınai mülkiyet hakları ve Türkiye bu yükümlülüklerinin hepsini yerine getirmiş değil. Birçok ticari anlaşmazlık var ki Türkiye bazı konularda  Gümrük Birliği kapsamında Türkiye üzerine düşeni yapmıyor ve Ortaklık Konseyi kararlarına da uymuyor. Bunlar ekonomik konular. Belki size bunlar çok önemli değil gibi geliyor ama yine de biz bunların birer gösterge olduğunu düşünüyoruz.  Türkiye’nin yükümlülüklerine uyup uymaması, bunları yerine getirip getirmemesi bizim için önemli.

 

Türkiye’nin reform paketinde 2003’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ele alınan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal ettiği kararı alınan davaların iade-i muhakemesi yapılacak. Bu davalar yeniden görülecek kararı alınmıştı. Bu reformdan önce Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını göz önünde bulundurmuyordu. Fakat şimdi iade-i muhakeme mümkün.  Yani davaların yeniden yargılanması mümkün.  Burada da Leyla Zana davası en görünür, en bilinen dava. Bu yeniden ele alınan, yeniden görülen bir dava. Pek de iyi gitmiyor şu ana kadar.

 

Ama neden bu iade-i muhakeme kavramı davaların yeniden görülmesi bu kadar önemli? Avrupa Birliği üyeliği ile bunun ne ilgisi var? Avrupa Birliği’nde üye devletlerin daha önce de söylediğim gibi yükümlülüklerine saygı göstermeleri gerekir. Üye bir devletin ister fikri mülkiyet haklarında olsun, ister çevre konusunda olsun bütün yükümlülükleri yerine getirmesi gerekir. Avrupa Birliği, Avrupa Adalet Divanı’nın önüne çıkan ülke hakkında bir kovuşturma başlatır. Avrupa Adalet Divanı, burada Komisyon ya da üye devletin kimin haklı olduğuna karar verir. Yani Avrupa Birliği ülkeleri mahkemeye, Adalet Divanı’na verir. Eğer Adalet Divanı ülkeleri mahkum ederse, buna temyiz mümkün değildir, yani bu nihai bir karardır. Üye devletlerin, Avrupa Adalet Divanı’nın kararlarını gözönünde bulundurmaları ve bunlara uymaları gerekir. Avrupa Adalet Divanı’nın kararını uygulamamak, bu kararı ciddiye almamak Avrupa Birliği’nin işlevini kaybetmesi anlamına gelecektir.  Ayrıca insan hakları ile ilgili olan davalar çok önemli. Türkiye bu konuda davaları yeniden yargılama, yeniden görme konusunda daha gönüllü, daha istekli olduğunu göstermek zorundadır.  Bunu yapan bir ülke Avrupa Birliği’nde saygı görecektir. Zaman içinde Bakanlar Konseyi’nde alınan karar da önemlidir. Türkiye aslında Avrupa Birliği’ne üye olursa egemenliğinin bir kısmını da kaybedecektir ki, bu Türkiye için çok kolay bir şey değildir. Türkiye tarihine baktığımızda bu Türkiye’nin gücü, Türkiye’nin egemenliği, Türkiye’nin gururu ve bu açıdan Türkiye Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden daha farklı.  Çünkü bir şeyi yıkıp yeniden kurmak çok zor. Geçiş durumunda bulunan ve bu sene üye olacak ülkelerde böylesi bir durum yaşandı.

 

Evet sözlerimin sonuna gelmişken şunu söylemek istiyorum. Bence Türkiye’nin müzakerelere başlama şansı çok yüksek. Eğer Kıbrıs konusu çözülürse çok yüksek. Eğer Kıbrıs konusu çözülmezse, şans azalacaktır. Bir de ayrıca Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin bu müzakere istenilen süreçte yerine getirmesi gereken çok şey var.  Bir çok gündem maddesi var ve Türkiye’nin üyeliği konusunda alınacak olan karar, bütün üye devletler tarafından tek tek onaylanacaktır sürecin sonunda.

Teşekkür ederim.